Elbette de çocukken daha özgürdük;düşünmekte, yaratmakta, oynamakta…
Çünkü o zamanlar sonucu değil, sadece oyunu bilirdik.
Bizi mutlu eden şey, bir şeyi ortaya koymaktı.
Her şeyden önce, içimizden geldiği gibi yaşardık.
Zamanla değişti bu.
Bir çerçeve çizdik önce, sonra o çerçevenin içine sıkıştık.
Başkalarının ne düşündüğünü düşündük;toplumun, çevrenin, kuralların ne dediğini…
Ve belki de o özgür çocukluğumuzu geride bıraktık.
Büyümek, belki de bir şeyleri kaybetmekti.
Ama o kaybettiklerimizi hatırlamak mümkün.
Çünkü çocukluk sadece bir yaş değil;bir his, bir dünya, bir özgürlük haliydi.
Bugün 23 Nisan,Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı.
Bir çocuğun kahkahasında saklı gelecek.
Oyun oynayabilen, düş kurabilen, özgürce yaşayabilen her çocuk,bu dünyanın en kıymetli parçası.
Onların gülümseyebildiği,özgürce oynayabildiği,sevgiyle büyüyebildiği bir dünya istiyoruz.
Bunun için haklarımızı biliyoruzve çocuklar için, yarının umudu içinbugün daha güçlü sesleniyoruz:Her çocuğun özgürce büyüyebileceği bir dünya mümkünve biz bunu birlikte kuracağız.
O zamanlar kendi çemberlerimizi kendimiz çizerdik,dışarıdan değil, içimizden gelenle…
O çemberin içinde oyun kurardık önce,sonra o oyunlar konuşmalara, sohbetlere,belki de bizim şiirlerimize dönüşürdü.
Adını koyamasak da bir sanat yaratırdık;sınırlarını bizim belirlediğimiz,kurallarını bizim yazdığımızbir dünya kurardık kendimize.
Yaratıcılık buydu belki de:Bir sonuca ulaşmak değil,başlamaya cesaret etmekti.
İçimizden geldiği gibi üretmekti.
Ve bu üretmek,bizi en çok o zamanlar iyileştirirdi.
Bugün baktığımızda,belki hâlâ yaratıcı kalmanın yolu,o içimizdeki çocukla yeniden bağ kurmaktan geçiyordur.
Unuttuğumuz o çemberiyeniden çizebilmekten…
Çünkü yaratmak,bir çocuğun oyunu kadar saf,bir çocuğun gülüşü kadar özgür olmalı.
Ve belki de hepimiz,yeniden kendi çemberimizi çizerek başlamalıyız,içimizdeki çocuğa kulak vererek.
Bir yanıt yazın