Ayaklarının altı, geçmişin zamanla aşındırdığı, eski bir hatıranın taşlarını hissediyor.
Düz değil…Yolu düz olanın hikayesi de pürüzsüz olurdu zaten.Bu yol girintili çıkıntılı, yer yer derinleşmiş, yağmurla koyulaşmış.Yaşanmışlıkların, suskun adımların izi hâlâ üzerinde…
Gece, konuşmayan bir dost gibi sarılmış şehre.Loş turuncu lambalar sokağın başını ve sonunu birbirine karıştırıyor.Ne başlangıç belli, ne de son.Sadece yürüyen biri var; elleri cebinde, kulaklarında uzak melodiler.
Toprak kokusu, rüzgar ve gözle görünmeyen bir yorgunluk eşlik ediyor ona.Bu sokak, onun iç sesi kadar sessiz, kendi kadar yalnız.Ayakları ağır ama bilinçli…Sanki her adım, geçmişten bir iz taşıyor.Ardından bir anda, rüzgarla birlikte gelen bir yankı:bir ses, bir bakış ya da belki sadece sustuğu bir “keşke”
Keşke susmasaydım o gün,Kelime boğazımda değil de, gözümde dondu kaldı.Oysa bir “kal” deseydim,Belki gitmezdi aklım bu kadar ardına.
Rüzgar anlardı ne demek istediğimi,Yağmur tercüme ederdi yutkunmalarımı.
Ama ben…Sustum.Çünkü bazen susmak, en yüksek çığlık olur ya,Ben o çığlıkla sarmaladım kendimi.Şimdi her adımda o susuşun yankısı,adını anamadığım bir boşlukta çalıyor.Loş lambaların titrek ışığı gibi,Ne sönüyor, ne aydınlatıyor tam olarak.Toprak kokusu kadar tanıdık,Ama sarılamayacak kadar uzak…
Bir gülüşün hayaliyle ıslanıyor içim,Ve ben hâlâ,O ilk “keşke”de yaşıyorum.
Bir yanıt yazın