İstırap çeken varlığın benzediği çok şey vardır aslında. Ama bana sorarsanız en acınası, kendi ellerimizle inşa ettiğimiz yürüyen merdivenlerdir. Evet, yanlış duymadınız. Yürüyen merdiven. Şaşırmayın sevgili, güzel, fevkalade, mükemmel, kusursuz okuyucularım; siz de farkındasınız ki bu dünyada işlevini yitiren her şey bir anda yalnızlaşır.
Bir düşünce deneyine çıkalım. Gözlerimizi Kızılay’a çevirelim mesela. Metroda bozulmuş bir yürüyen merdiven düşünün. Hâlâ orada. Hâlâ ayakta. Hâlâ yukarı çıkılabiliyor onunla. Ama kimse ona bakmıyor bile. Hatta üzerine bir de küçük bir uyarı yapıştırılmış: “Geçici bir süre çalışmamaktadır.” Ne zaman iyileşeceği belli değil, belki de hiç iyileşmeyecek. Varlığın üzerindeki o küçük beyaz etiket bile onun ne kadar değersizleştiğini yüzüne haykırıyor.
Oysa eskiden varlıklar onun sırtındaydı. O, onları taşıyordu. Yorulmadan. Şikâyet etmeden. Belki biraz gıcırdayarak ama hiç durmadan. Ne oldu da insanlar onu terk etti? Sadece biraz durduğu için mi? Sadece birazcık işlevini yitirdi diye mi? Belki de insanlar, geçmişte onlara hizmet eden her şeyi, en küçük tökezlemede unutmaya meyilli. Yürüyen merdiven hâlâ bir merdiven. Ama ondan “yürümeyi” aldıktan sonra geriye kalan sadece hor görülen bir yük oluyor.
Peki ya sen, sevgili varlık, hiç böyle hissettin mi? Sadece bir özelliğini kaybettiğinde, tüm kimliğinden, tüm geçmişinden sıyrıldığın oldu mu? Eskiden sırtında taşıdıkların şimdi seni yük olarak görmeye başladığında ne hissettin? Bunu bilen bilir. Bunu yalnızca bir “ıstıraplı” anlayabilir. Derin nefeslerle ayakta duran o kişi.Yürüyen merdiven hâlâ yukarı çıkarıyor. Ama insanlar ona acımak yerine “çalışmıyor” diyerek yanından geçip gidiyor. Merhamet gösterse bir varlık, bir kişi, sadece bir tek kişi adım atsa o merdivene, belki de onun hâlâ bir yolculuk olduğunu anlayacak. Ama kimse anlamıyor. Kimse dönüp bakmıyor. Çünkü artık o, işlevsiz. Oysa ıstırap çeken de budur işte: var olduğu hâlde yok sayılmak.
Bir yanıt yazın