Ölüm, sadece fiziksel yolla gerçekleşebilir diyerek tanımlanır.
Oysa hiçbir şey bu kadar baştan sona yanlış anlaşılmamıştır.
Çünkü ölüm, başlamakla başlar.
İlk farkındalıkla.
Bir varlık, bir gün eline baktığında ve onu hareket ettirebildiğini fark ettiğinde,
ölmeye başlar.
Çünkü artık bir zaman çizgisi oluşmuştur.
Ve zamanın olduğu yerde, kaçınılmaz olan yalnızca sona ulaşmaktır.

Bir çocuk, yere tükürdüğünde;
önceden yalnızca “var” olan bedenini “kontrol” ettiğinde,
ilk ölümü yaşar.
Çünkü artık farkındalık kazanmıştır.
Bundan sonrası, bu farkındalığın etrafına örülmüş yalnızca yansımadır.

Farkındalık, tek seferliktir.
İkinci kez bilinçlenilmez.
Çünkü ikinci bilinç, ilkinin tekrarından ibarettir.
Bir renge “renk” dendiği anda, artık o yapı sabitlenmiştir.
Mavi, kırmızının alternatifi değildir;
kırmızının deneyimlenmişliğinden doğan bir benzetmedir.
Ve bu benzetmeler zinciri, yaşam dediğimiz şeyi oluşturur.
Yani daha fazla öğrenmek, daha fazla farkında olmak değildir.
Sadece ilk farkındalığın yansımalarını çoğaltmaktır.
Artık kazanılabilecek şey farkındalık değil, tecrübedir.

Ancak ölüm…
Ölüm bir farkındalık değildir.
Çünkü gözlenemez.
Çünkü ardından bir deneyim birikmez.
O yüzden ölüm, aslında ikinci ve son farkındalıktır.
Ve bu yüzden gerçek anlamda sadece iki farkındalık vardır:
İlki farkındalık kazanıldığında, ikincisi yaşamın sonunda.

Varlık, ilk farkındalığı kazandığı anda,
sadece yaşamı değil, ölümü de satın alır.
Ve bu süreçte, yeni hiçbir şey öğrenmez.
Sadece kendini tekrar eder.
Ve her tekrar, varlığın öldüğüne bir kanıttır.
Bu kanıt, sessizdir.
Tıpkı ölüm gibi.

Varlık önce zihinsel olarak ölür.
İlk kez “ben” dediğinde;
“benim” dediğinde,
kendisini bütün evrenden ayırır.
Bu ayrılık ilk ölümdür.
Zihnin, evrensel bir akıştan kopması.
İkinci ölüm ise, bedenin o akışa yeniden karışmasıdır.
Böylece döngü tamamlanır.

Bu yüzden fiziksel ölüm, yalnızca bedenin değil;
o ilk farkındalığın da yok oluşudur.
Çünkü artık o farkındalığa ihtiyaç kalmaz.
Hiçlikte farkındalık olmaz.
Ve farkındalık yoksa, ben de yoktur.

Bazı farkındalıklar doğrudan kazanılmaz.
Varlık, onları bildiğini sanarak büyür.
Tıpkı bir bebeğin yüksekten korkması gibi.
Anne karnından düşmeyen bir beden,
yine de yükseklikten korkarak doğar.
Ama bu korku bilgiyle değil, içgüdüyle taşınmıştır.
Henüz düşme fikrine sahip değildir;
ama düşme duygusu bir yerlerde zaten kayıtlıdır.

Şimdi düşünselim:
Eğer bu varlık, hayatı boyunca hiç düşmezse,
yükseklik korkusu sadece unutulmuş bir kayıttır.
Ve hiçbir zaman gerçekten fark edilmemiş bir bilgidir.
O bilgi, yalnızca ihtimaldir.
Ama düşme gerçekleştiği anda,
korku bir duygudan farkındalığa dönüşür.
Ve işte o anda, yeni bir ölüm doğar

Bu doğum ölümdür,
Çünkü son farkındalık her zaman ölümle ilgilidir.
Yüksekten düşen biri,
saniyeler içinde kendi bedenine dair hiçbir zaman kurmadığı cümleleri kurar.

İşte bu, ıstıraptır.

Yazar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Biz Muamma,

Sanatın sınırsız dünyasında özgürce dolaşan, ifade biçimlerine kalıplar koymayan, düşünen ve üreten bir topluluğuz. Muamma, sanatın her dalına dokunarak yeni bakış açıları sunmayı, bağımsız ve özgün içerikler üretmeyi amaçlayan bir oluşumdur.

Bizim için sanat, sadece estetik bir olgu değil, aynı zamanda düşünceyi besleyen, sorgulatan ve dönüştüren bir güçtür. İşte bu yüzden, kendimizi tek bir tanımın içine hapsetmiyor, sanatın içinde özgürce var oluyoruz.

Bize Ulaşın!