Saatlerle alıp veremediğim bir şey var. Öncelikle saniye ve dakika arasındaki farkları sıralamak gibi burjuva bir derde düşürdüm kendimi; oysa cebimdeki beş kuruşla burjuva olmaktan çok uzak, sersefil olmaya çok yakınım. Zamanın ters aktığı bir evreni aklımda var etmek ve günün sonunda orada yaşamak gibi, 3-5 yaş çocukların hayallerini şu “adam” halime hiç yediremiyorum. Çokça Dostoyevski okumaktan olsa gerek, yalnızca acıyı ve ıstırabı kalemime almak, hayatı anlamlandırmak üzerine bir çabam var. Sorduğunuzda en sevdiğim yazarın Oğuz Atay ve kitabının da Tutunamayanlar olduğunu söylerim ama ironi ve mizahın yanından bile geçmeyen bir dilim var. Kendimi anlatmak için ayrıldığım dört beş cümleyle nereye bağlanacağı hakkında hiçbir fikrimin olmadığı, hatta hikaye mi, günlük mü, mektup mu diye bile düşünmediğim bir metin yazıyorum. Siz, sevgili, güzel, fevkalade, mükemmel okuyucularım, benimle bu acıya okuyarak ortak oluyorsunuz.Kelimelerim, sözlerim gibi keskindir. Söylediklerimle kimseyi ikna etmek gibi bir çabam yoktur, hiçbir zaman da olmamıştır. Yazmamın tek sebebi, karşıma gelen herkese tek tek anlatmak yerine “al şunu oku” diyebilmektir. Radikal fikirlerim, kesici dilimle birleşince varlık – özellikle varlık demek istiyorum; çünkü çoğu düşüncemin temelinde insanı insan olarak değil de bir varlık, bir eşya olarak kabul etmenin, günün sonunda anlam arayışından uzak bir hâle getirdiğini ve objektif bir yaklaşımı desteklemeye en yakın pozisyonda olduğunu gördüm – serçe parmağını masanın ayağına vurmuşçasına acı ve sinir içerisinde bana köpürüyor. Lütfen siz, sevgili, güzel, fevkalade, mükemmel, kusursuz okuyucularım, sinirlenmek yerine önce arkanıza yaslanın, göbeğiniz varsa elinizle güzelce sıvazlayın, yoksa elinizi ensenize götürün ve sakince okumaya devam edin. Günün sonunda biliyorum ki, bu kelimelerimi okuduktan sonra benden isteyeceğiniz tek şey, sizden çalmış olduğum zaman olacaktır.Bu yüzden peşinen söylüyorum. Bolca ıstırap kelimesi geçecek ve baharat olarak da acı diyeceğim. Iztırap, koşarken düşüp dizinin parçalandığındaki acıdan, sayfaları çevirirken kesilen parmağının acısından ziyade daha çok manevi acıya verilen addır. Iztırap çekene özel bir ad verilmemiş, bunun için çaba dahi sarf edilmemiş. O zaman bu haddi kendi kendime ben vererek ıstırap çekeni tanımlamak istiyorum: Derin nefes alıp veren kişiye ıstıraplı denir. Iztıraplı. Siz, sevgili, güzel, fevkalade, mükemmel, kusursuz, dört dörtlük okuyucularım, hiç derin derin nefes alıp verdiniz mi?

Yazar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Biz Muamma,

Sanatın sınırsız dünyasında özgürce dolaşan, ifade biçimlerine kalıplar koymayan, düşünen ve üreten bir topluluğuz. Muamma, sanatın her dalına dokunarak yeni bakış açıları sunmayı, bağımsız ve özgün içerikler üretmeyi amaçlayan bir oluşumdur.

Bizim için sanat, sadece estetik bir olgu değil, aynı zamanda düşünceyi besleyen, sorgulatan ve dönüştüren bir güçtür. İşte bu yüzden, kendimizi tek bir tanımın içine hapsetmiyor, sanatın içinde özgürce var oluyoruz.

Bize Ulaşın!