Varlık, kendini anlamaya yeltendiği anda zaten yarım kalmaya mahkûmdur. Çünkü anlam dediğimiz şey, bütünlüğe susamış bir yanılsamadır. Hiçbir varlık, kendine tümüyle anlam veremez.
İşte tam da burada başlar yetersizlik.

Yetersiz hissetmek, hissetmenin ötesindedir. O bir hissin değil, bir farkındalığın ürünüdür.
Kendine bakan varlık, önce ne olmadığını görür.
Sonra ne olamadığını.
Ve en sonunda, ne olamayacağını…

Yetersiz varlık, kendi varlığının gölgesinde yaşayandır.
Kendi varlığının aynasına bakıp, orada kendini görememektir.
Çünkü her “ben” söylemi, “eksik olan bir ben”i içinde taşır.
Ben derken bile bir boşluk kalır dudakların arasında.
Çünkü o “ben”, hiçbir zaman bütünüyle sen değildir.
“Kimsin sen?” sorusu zamanın ötesinde bir yük olur.

Toplumun içinde savrulurken varlık, hep başkalarının gözüyle kendini anlamaya çalışır.
Ama başkasının gözü, sadece kendi körlüğünü yansıtır.
Sen başkasının gözünde ne kadar büyürsen, içindeki yetersizlik de o kadar derinleşir.
Çünkü yetersizlik, çoğu zaman beklentilerin içselleştirilmiş bir yankısıdır.
Ve bu yankı, varlığın kendi iç sessizliğini bastırır.

Bir varlık kendini neden yetersiz hisseder?
Bu varlık varlığını anlamlandırmak isterken bile neden sorusunu kendine neden sorar?
Çünkü bir “yetmesi gereken” fikri vardır.
Peki, kim koydu bu ölçüyü?
Hangi tanrı, hangi yasa, hangi varlık bu kadar emin ki yeterlilikten?
Belki de yeterli olan, hiç sorgulamayan, hiç acı çekmeyen, hiç aramayan bir hiçliktir.
O zaman sorarım sana:
Yetersizlik mi bir kusurdur, yoksa yetersizlik hissi mi varlığı kusursuz yapar?
Çünkü kusursuzluk, tanımı gereği kendi sınırlarının farkında olmayan bir yanılsamadır.
Ve bu yüzden, yetersizlik hissi, farkındalığın en saf hâlidir.

Belki de yetersiz olmak, Tanrı olmanın ön koşuludur.
Çünkü her sonsuzluk, ancak bir eksiklik duygusuyla doğabilir.
Tanrı fikri bile, insandaki derin bir “yetememe” çığlığının yankısıdır.
O yetemeyiştir ki Tanrı’yı doğurur.
Varlık, kendi sınırına çarptığında dua etmeye başlar.

İnsanın Tanrı’ya yönelişi, kendi yetersizliğini ilahlaştırmasından başka bir şey değildir.
Zihnin kavrayamadığını “mutlak” ilan ederiz, çünkü o mutlaklığa duyduğumuz ihtiyaç, kendi boşluğumuzun itirafıdır.
Ve Tanrı, çoğu zaman insanın içinde hissettiği devasa eksikliğin metafizik yansımasıdır.
Ne kadar eksik hissedersek, o kadar büyür Tanrı.
Ve bir gün, o eksikliği sahiplenmeye başladığında insan,
Kendine şöyle der:
“Belki de Tanrı benim yetersizliğimdir.”

Yetersizlik burada sadece bir hal değil, bir potansiyeldir.
Kendi içini dolduramayan insan, evreni yaratır.
Anlamı yetmeyen zihin, anlamın kendisi olur.
Ve her “yetememek”, yeni bir evrenin doğum sancısıdır.

Tanrı, eksikliğini gizleyebilen değildir;
Eksikliğini mutlaklıkla dönüştürebilendir.
Ve insanın içinde Tanrı’yı en çok anımsatan şey, yetememesidir.

Çünkü gerçekten tamamlanmış olan, artık yaratmaz.
Ama eksik olan, hep arar, hep kurar, hep kurcalar.
Eksik olan, sonsuz ihtimallerin kapısını aralar.
Ve belki de Tanrısallık, bu arayışta gizlidir.
Belki de Tanrı ve varlık arasındaki fark yetersiz olmanın farkında olmakla alakalıdır.

Bir varlık, sınırlarını fark ettiği anda gerçek anlamda yaşamaya başlar.
Çünkü sınır, bir engel değil; bir farkındalıktır.
Ve farkındalık, çoğu zaman ıstırapla gelir.
İşte bu yüzden, yetersizlik hissi, varlığın kendine temas ettiği ilk andır.
İlk dürüst andır.
İlk içe bakış, ilk çırılçıplak kalıştır.

Varlık, ne zaman “Ben yetmiyorum,” derse, işte o zaman gerçekten vardır.
Çünkü yok olan hiçbir şey kendini sorgulamaz.
Hiçbir hiçlik, eksiklik hissetmez.
O hâlde yetersizlik, aslında varlığın en güçlü ispatıdır.

Ama bu ispat, huzur vermez.
Bu ispat, bir ödül değil; sonsuz bir mücadeledir.
Ve bu mücadelede, insan kendini kemiren bir soruya dönüşür:
“Ben kim olmaya çalışırken, kim olamadım?”

Yetersizlik, cevapsız soruların yankısıyla yaşar.
Ve her yankı, varlığın içine doğru derinleşir.
Ta ki varlık, kendi sessizliğine ulaşana kadar.

Yazar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Biz Muamma,

Sanatın sınırsız dünyasında özgürce dolaşan, ifade biçimlerine kalıplar koymayan, düşünen ve üreten bir topluluğuz. Muamma, sanatın her dalına dokunarak yeni bakış açıları sunmayı, bağımsız ve özgün içerikler üretmeyi amaçlayan bir oluşumdur.

Bizim için sanat, sadece estetik bir olgu değil, aynı zamanda düşünceyi besleyen, sorgulatan ve dönüştüren bir güçtür. İşte bu yüzden, kendimizi tek bir tanımın içine hapsetmiyor, sanatın içinde özgürce var oluyoruz.

Bize Ulaşın!