Bazı şeyler ne acı…
Ve ne kadar adaletsiz,
Bir yanımız çölde susuzluktan çatlıyor,
Bir yanımız köpüklü kahvelerde boğuyor vicdanını.
Bir çocuk, incecik teninde savaş izleri taşırken,
Bir diğeri marka çantasında şımarıklık taşıyor.
Bir baba, çocuğuna mama alamadığı için kendini asarken
Bir başkası yediği üç tabak yemeği beğenmiyor,
Ve televizyonlarda, haberlerin arkasında kahkahalar yükseliyor.
Çünkü acı, reytinge kurban,
Ve gözyaşı, prim getiriyor bu çağda.
Statü…
O koca balon.
Paran varsa ‘değerli’, yoksan ‘gereksiz’sin bu düzende.
İnsanlık artık servetle ölçülüyor,
Vicdanlar banka hesaplarında boğuluyor,
İyilik, CV’ye yazılacak bir maddeye dönüşmüş.
“Kaç fakir doyurdun?” değil,
“Kaç milyonluk anlaşma yaptın?” diye soruluyor.
Oysa çocuklar…
Ne güzel gülerdi bir zamanlar,
Bir dilim ekmekle hayal kurarlardı,
Şimdi… hayal kurmak bile lüks oldu onlara.
Çünkü hayal de barınak ister, umut da karın doyurmaz.
Oyun oynarken ölüyorlar artık,
Ve biz buna ‘kader’ diyip geçiyoruz.
Sanki kader, sadece yoksullara yazılmış bir ceza gibi.
Ah dünya…
Nasıl bu kadar bölünmüş olabildin?
Bir tarafın gece kulübü, öbür tarafın cezaevi,
Bir tarafın Gucci çantası, öbür tarafın boş midesi.
Bir tarafın süs havuzlarında boğuluyor lüks,
Öbür tarafın çocukları gerçekten boğuluyor… su bulamayıp.
İsyan ediyorum!
Bu suskunluğa, bu görmezden gelmelere,
Bu “bana dokunmayan yılan” felsefesine,
Ve en çok da “insan” denilen varlığın kayıtsızlığına!
Çünkü insan olmak, sadece nefes almak değil.
İnsan olmak, bir çocuğun gözyaşında kendini bulabilmektir.
Ve o gözyaşını silmek için hiçbir şey yapmıyorsan,
Ne yazar kaç diploman, kaç katlı evin, kaç sıfırlı hesabın var?
Dünya dönüyor, evet.
Ama bazıları için her gün cehennem.
Ve bazıları sadece o cehennemi izlemekle yetiniyor,
Ellerinde telefon, yüzlerinde filtreli maskelerle.
İnsanlık, sen neredesin?
Yoksa sen de mi çoktan öldün de,
Ardından hâlâ balonlar uçuruluyor?
Bir yanıt yazın