İnsan, hayat yolculuğuna nefesle başlar. İlk nefesi, varlığının ilk işaretidir. Ardından gözler açılır; çevredeki renkler, sesler ve dokular birer birer anlam kazanmaya başlar. Bebek, annesinin kokusunu tanır, babasının sesini ayırt eder. Zamanla, ellerini uzattığında sıcacık bir kalorifere dokunduğunu fark eder. Bu öğrenme süreci, hayatın ilk ve en temel adımıdır. Ancak bir gün beklenmedik bir şey olur: Farkındalık kazanır.
Farkındalık, insanın kendine dönüp ilk kez “Ben kimim?” sorusunu sormasıyla başlar. Bu, varoluşun kapısını aralayan bir dönemeçtir. O güne kadar her şey dışarıdan algılanmışken, bu soru bir iç yolculuğun habercisidir. “Var olmak” ne demektir? Sadece nefes almak mı, yoksa dünyada bir iz bırakmak mı? Belki de bu soruların peşinden gitmek, insanı insan yapan en temel şeydir.
Varoluş, basit bir durum değildir; içinde hem gizem hem de mücadele barındırır. İlk çağlardan bu yana filozoflar bu soruya yanıt aramış, kimi zaman “düşünüyorum, öyleyse varım” diyerek düşünceyi varlığın temeline koymuş, kimi zaman da insanın sadece bedensel olarak bir yerde bulunmasını yeterli görmüştür. Ancak bu soruya verilen her cevap, aslında yeni bir soruyu doğurur: Var olmak, başkalarının gözünde var olmak mıdır, yoksa kendi bilincinde bir yer edinmek mi?
İnsan, varlığını sorgulamaya başladığında, anlam arayışına girer. Neden buradayım? Yaşamak sadece tüketmekten mi ibaret? Bu noktada hayatın bir sahne olduğu ve herkesin bu sahnede bir rol oynadığı fikri doğar. Ancak bu rol, bireyin kendisi tarafından mı seçilir, yoksa toplumun ve çevrenin dayattığı bir zorunluluk mudur? İşte bu soru, insanı özgürlüğe, hatta belki de isyana yönlendirir. Kendi varlığını tanımlama, dünyada bir iz bırakma arzusu burada devreye girer.
Belki de var olmak, geçmişin mirasını taşırken, geleceğe bir şeyler bırakmaktır. Ancak bu, her zaman fiziksel bir iz değildir. Bazen bir düşünce, bir his ya da bir anı, kişinin varoluşunun en derin işareti olabilir. İnsan, sadece bedeninden ibaret değildir; onun ruhu, duyguları ve düşleri vardır. İşte bu nedenle, varoluşu anlamak için içsel bir yolculuğa çıkmak gerekir.
Sonuçta, varlık, insanın kendisini nasıl gördüğüyle, çevresiyle nasıl bir bağ kurduğuyla ve bu dünyaya ne kattığıyla anlam kazanır. Belki de asıl mesele, sadece var olmak değil, nasıl var olduğumuzu bilmektir. Her nefes bir başlangıç, her düşünce bir izdir. Varoluş, bu izlerin toplamından başka bir şey değildir.
Öyleyse, “Kimim ben?” diye sorduğunuzda, unutmayın: Bu soru bir cevap beklemez; aksine, bir yolculuğa davettir. Ve belki de bu yolculuğun kendisidir, varoluşun gerçek anlamı.
Ersan Yüksekkaya
Bir yanıt yazın