karanlığın taş duvarlarında büyürken ben,
lanetlenmişim geceyle;
yeşil gözlerim hiç görmemiş baharı.
o vakit gökyüzünden süzülen bir gülüş
çöktü taş kalbime—
ilk kez çatladı gece,
ilk kez ışık girdi içeriye.
ellerin — ölü toprağın altında bile filizlenen kökler gibi —
dokundu bana;
artık kırılgandı ölümsüzlüğüm.
ve titrerken sert duvarlarım,
taş kalbim bile senin dokunuşunla,
nefes almayı öğrenmişti sanki.
derler hep bana: açmaz ellerinde çiçek,
gömülür yalnızca seninle.
günahtır öyleyse,
nar tanelerinin kan kırmızısında
yarım kalmaya yazgılı çiçekler;
her biri kaderin kırmızı mührü,
ve düşerken bile,
unutmaz ışığın hatırasını.
tıpkı içimde doğup da
sana varmayan bütün sözler gibi;
güzelliğin de
kendi sonunun sessiz habercisi.
istedim dokunmak sana,
ama zincirlerimle bağlamak asla.
çünkü karanlık benim payım,
ışık senin hakkın.
ellerim — taş,
nefesim — gölge;
ve sana dokunmak,
değil güneşi söndürmekten farksız.
varlığın döngülerin sebebi,
seninle değişir fani mevsimleri;
solarken dallar gidişinle,
yaprakların sessiz düşüşünde saklanır kayboluşun.
soğuk bir unutuş gibi iner kış —
beyaz, ağır, kesin.
kar örter hasretini,
yıldızlar uzaklaşır,
ve gökyüzü, ışığın olmadan
hep eksik kalır.
ilkbahar senin adında filizlenir;
bir çiçek açar nefesinden,
adımların yaklaşırken bana
güneş, gölgemin bile rengini değiştirir.
ölü topraklarımda uyanırken bahar,
yaz senin — tenin, nefesin;
unutturur bana lanetimi,
ve bağlarım yeniden kader zincirini.
ben — ölümsüzlüğün ve ölülerin efendisi —
kaderin zincirinde asılı duran,
ışığını beklemekten başka varlığı olmayan;
hep seni bekleyecek bir faniden fazlası değilim.
kaderinle mühürlü,
Hades


Bir yanıt yazın