Bilin ki bu satırları kaleme alan kişi, merdivenin en alt basamağında, artık pas tutmuş bir vicdanla, soğumuş duvarlara yaslanmadan yazmaktadır. Bu mektup ne bir şikâyet dilekçesidir, ne de merhamet niyazı. Bu bir aynadır. Yüzünüze tutmasanız da, yansıması teninize düşecektir.
Her sabahınız kahkahalarla mı açılıyor, bilmiyorum. Ama bizim sabahlarımızda kahkaha değil, “susma” yankılanıyor.
Çünkü sözün bedeli arttı,
Ama değeri kalmadı.
Adalet, terazisini şaşırdı.
Bir kefeye altın, diğerine vicdan konulunca ne yapsın?
Saygı diyorsunuz ya… Bize öğretilen, göz göze gelmemekti üst rütbeyle. Çünkü biz baktıkça gölgeleriniz büyüyordu ve biz küçülüyorduk.
Sadakat…
Sadakati bizden istersiniz,
Ama karşılığında sadece susmamızı beklersiniz.
Oysa sadakat, iki kişiliktir.
Biriniz yıkarken, diğeriniz nasıl ayakta kalır?
Şimdi bakıyorum da,
Kimi zinayı örtmekle meşgul,
Kimi hırsızlığı dua zannediyor.
Ve siz, yüksekten bakıp buna “düzen” diyorsunuz.
Biz ise, o düzenin içinde boğuluyoruz.
Oksijen az,
Ama suskunluk bol.
Bir çığlık atmak istesek,
“Düzene karşı gelmeyin” diye fısıldayanlar çıkıyor karşımıza.
Duvarlarımız vardı eskiden;
Anılarla ısınırdı, umutla genişlerdi.
Şimdi her biri buz gibi.
Çünkü siz, sıcaklığı sadece kaloriferle sağlanabilir sandınız. Bir insanın içine çektiği havada umut yoksa, o bina değilse de, ruh yıkılmış demektir.
Ve en kötüsü şu ki:
Bu yozluk artık övünülecek bir madalya gibi taşınıyor.
Hırsızlık “kurnazlık”,
Yalakalık “liyakat”
Ahlaksızlık ise “özgürlük” diye pazarlanıyor.
E siz de alıştınız galiba.
Doğrunun sesi çıkınca, hemen fiş çekiyorsunuz.
Beni susturabilirsiniz,
Ama nefessiz kalan binlerce gencin gözünü karartamazsınız. Ve bir gün, o gözler size bakacak. Belki de ilk defa bakılmak değil, görülmek neymiş öğreneceksiniz.
Sözlerimi burada noktalarken,
Size bol soğuk duvarlar. Ve aynalara uzun uzun bakacağınız geceler dilerim.
Saygı ve sadakatle,
(En azından anlamını hâlâ bilen biri olarak)
Alt Katlardan Biri
Bir yanıt yazın